Kuru soğana vurulan yumruğu, mangalda pişirilen hamsiyi, çinakopu, lüferi, levreği…
İp bağlayıp, kuyudan kovayla çekilen karpuzu...
Fareli bağ evinin önünde, asma altında yapılan sohbeti, muhabbeti.
İçilen demli çayı…
Kara lastiklerin yerini simli sırmalı terlikler alınca…
Muhabbetçileri de değişir tabi!
Hepsi takım elbiseli, siyah gözlüklü beyler…
Boynuna, kulağına, koluna ve parmağına pahalı takılar takıp takıştırmış, boya küpü; dekolteli bayanlar!
Soğuk yapmacık yüzler…
Konuşma dilleri değişik gelir seneler sonra!
Tanıyamaz olursun bu insanları
Kalın, kaba ses ve bedenden çıkmaya zorlanan, yapmacık sosyete zarafeti!
Samimiyetsiz yabancı kelime hayranlığı…
Özüne ters davranışlar…
Diz boyu yalan!
Türk filmlerindeki gibi “Zengin kız, fakir oğlan”
Cicili bicili salonlarda yapılan kutlamalara nezaketten sıkıştırılsa bile birkaç eski dost; Memlekete döndüklerinde “Ne büyük adam olmuş bizim Şevket ağ” desinler diye davet edilirler! Çatlayıncaya kadar yesinler diye, pahalı sosyete yemekleri ve içkileri ikram edilir kendilerine.
Eski dostlar ve samimi dostluklar mazide kalmış bir anı, bazen bir hata olarak görülür çoğu zaman. Paşazadeler için ifşa edilme riski taşır, taşradan hanedanlıklarına sızan insanlar. Uykuları kaçıran tatsız tuzsuz bir hikâyedir aralarındaki yaşanmışlıklar!
Film “SON” ve ya “THE END” yazana kadar tadını çıkarmalı büyük ağabeyler ne de olsa hayalleri bu değil miydi onların?
İçinde “size de yer var” dedikleri gün, henüz insanlıklarını yitirmemiş; para ve kibir’in esiri değildiler…
M.Talip Girgin
YORUM EKLE